
Serhat Karaçelik Yazarın Tüm Yazıları
Ankara Üniversitesi'nde Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi anabilim dalında yüksek lisansını tamamlayan Serhat Karaçelik, şimdilerde serbest mimarlık yapmakla birlikte Sanat Köprüleri'nde sosyal medya direktörlüğü görevini üstlenmiştir. ...
KENTLERE ÇİÇEK AÇTIRMAK
Sizde kendinizi yorgun ve halsiz hissediyor musunuz? Çalışma koşullarınız, öyle olağanüstü bir efor sarf etmenizi gerektirmeyecek olduğu halde, bitkin bir halde mi evinizin kapsını aralıyorsunuz? Belki de, zaman zaman tükenmişlik sendromuna düştüğünüzü zannediyorsunuz ki, bu doğrudur…Fakat, sebebini bilemediğiniz soruların cevabı; çok yoğun çalışılmış bir günün akşamı mıdır sizce? Kısa da olsa bir tatile çıkmanın zamanının geldiğini hissediyorsunuz iliklerinize kadar. Hani şöyle; önümde masmavi ve dingin bir deniz, arkamda enseme vuran oksijen dolu orman esintisi…Aslına bakarsanız, İç dünyanız size, istediğiniz şeyin sadelikten başka bir şey olmadığını haykırmakta. Evet, o en çok tembelleştiğiniz anda bile, deniz ve orman esintisi gibi masum ve sade bir dilekten başka bir şey tutmadınız. Doğal olarak böyle olması da gerekiyordu yani. İşin aslı, ifade etmeye çalıştığım şey şudur; “İnsanın tabiatında da ve ruhunun arzusunda da tabiat ile hemdem olmak vardır.” Şayet, Kentte yaşıyorsanız, sizi halsiz eden; yemyeşil ağaçlar, mis kokulu çiçekler, kuş cıvıltıları, arı vızıltıları gibi tabi olan şeylerden uzak olmanızdır. Bir başka deyişle, tabiatın size açmış olduğu bu kucaktan uzak kalmış ve yerine egzoz dumanları, beton yığınları ve gürültü kirliliğiyle buldu iseniz, bir şehir merkezinde olmalısınız… Hayatından bezmiş ruh hali olan siz, nasılda tabiatın kırıntıları olabilecek park arayışına düştünüz değil mi? Yok,yok…bunu bilmek için ne falcı, ne de alim olmaya gerek var. Doğal seleksiyon olarak maruz kalınan mekân gereği, böylesi bir nihayet beklenen bir reaksiyon olmalı. Bunu, etki-tepki diye yorumlayanlar yanılmıyor elbette. Daha yalın bir ifade sebep-sonuç diyelim biz buna.
Kentte çalışıyor olmanın ve gereği olarak kentte yaşamak mecburiyetinde olmanın dezavantajlarından biridir “doğal ortam” eksikliği. Sadece, kentte bulunmanın bile insanların temel zihinsel faaliyetlerine ne denli zarar verdiğini araştıran bilim insanları, kalabalık bir caddede kısa bir zaman bile geçiren birisinin, aklında bir şeyler tutmasının zorlaştığını ve iradesenin zayıfladığını iddia etmekteler. Kent hayatının yorucu olduğunu uzun zaman önce fark eden Picasso’nunda, Paris’i bu sebeple terk ettiği söylenmektedir. Zira; Yapılan araştırmalar, kentlerin zihnimizi körelttiğini ve Picasso’nun haklı kaçışını doğrular nitelikte…
Çalışmalardan bazı örnekler gösteriyor ki, pencereden bakınca ağaç gören hastalar daha çabuk iyileşiyor; toplu konutlarda yaşayan kadınlardan manzarası daha yeşil bir bahçeye bakan dairelerde yaşayanlar, odaklanabilme konusunda daha iyi oluyorlar. Görünen o ki; bu kısacık anlar bile beynin performansını iyileştiriyor ve kentin karmaşasında zihinsel bir mola verdiriyor.
Popülasyonun artması ile birlikte kentlere büyük göç hareketlerinin başlaması sonucu, insanların çoğu büyük kentler ve metropollerde ikamet ediyor. İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropoller dışında, Adana, Bursa, Eskişehir, Konya v.s gibi büyük kentlerimizin de çivisi çıkmış durumda. Geniş ve açık alanlarda rahatça yaşamak yerine, beton yığınlarına tıkışıp, karbonmonoksit gazlarına maruz kalarak işlerimize koşturuyoruz her sabah. Reklam tabelaları ile dolu binalar arasından geçerek, motorlu araçların doldurduğu trafikte seyredip, bir şekilde ulaşıyoruz çalıştığımız işyerine. Ve yine aynı güzergahı takip ederek ve katlanarak büyüyen stres ile dönüyoruz beton yuvalarımıza. Bu kısır döngünün yılın her günü ve ömrün her yılı yaşadığımızı düşündüğümüzde, ne kadar da vahim bir durumda olduğumuzu görmek için azıcık düşünmek yetecektir. Yapay oluşumlarla çevrelenmenin, zihinsel ve fiziksel sağlığımızı etkilediği ve düşünme gücümüzü önemli boyutta kısırlaştırabildiği son yıllarda daha açık bir hal alıyor.
Bu kadar karamsar ve mecburi tablonun arkasından iyi bir haber verelim; Flaş,flaş,flaş…“Kentin iç bölgelerini ağaçlandırmak veya bitki çeşitliliği fazla olan kent parkları oluşturmak, kentin negatif etkilerini büyük ölçüde azaltabiliyor.” Bu habere itibar edebilirsiniz. Zira; zihin tabiata ihtiyaç duyuyor.
Tecrübe bir çok kez etmiş fakat, dikkat hiçbir zaman etmemiş olan bizler, ister evlerimize, isterse işlerimize giderken beynimizi her zamankinden fazla yorduğumuzun farkında mıyız? Yürürken çarpmamamız gereken insanlarla dolu kaldırımlar, trafik akışını gözleyerek geçmemiz gereken geçitler, istemesek te gözümüze çarpan tabelalar, araç plakaları, toplu taşıma araç numaraları, hangi yoldan, nasıl gideceğimizi sürekli düşünmeye sevk eden karmaşık yollar, binlerce insan yüzü ve belki de diyalogları…beynimiz bu anları hatırlarken bile offf..!.offf..! diye inleyerek, bir nevi off konumuna geçmek isteğini bizlere haykırıyor. Zaten, bu sebeple evlerimize ulaştığımızda derin bir ohh! çekmekte değil miyiz? Bu çekilen “ohh” un arkasında, beton yığını evlerimize geldiğimiz için şükretmek hissinden ziyade, kentin karmaşıklığı ve yoruculuğundan kurtulmak yatmıyor mu sizce de?
Bu konuda bilimsel bir çalışma, City University of New York'ta şehir sosyolojisi dersleri veren teorisyen ve öğretim üyesi Marshall Berman tarafından yapılmış. GPS alıcıları kullanarak lisans öğrencileriyle yapılan çalışmada; öğrencilerden bazıları kent merkezinin kalabalık sokaklarında dolaşırken, diğerleri bir ormanda gezintiye çıkmış. Bu kişiler daha sonra birtakım psikolojik testlere tabi tutulmuşlar. Kentte yürüyenlerin kötü bir ruh hali içerisinde olduğu gözlenmiş; bu kişiler ayrıca geriye doğru sayılan bir grup sayıyı tekrar etmeyi içeren dikkat ve hafıza testlerinden önemli derecede düşük puanlar almışlar. Araştırma tezi sonuç kısmında yer alan şu ifade dikkat çekicidir; “Doğa fotoğrafları insanda bir dinginlik ve huzur hissi verirken, bir kent manzarası fotoğrafına sadece göz atmak bile ölçülebilir boyutta zararlara neden oluyor.” Berman, kent merkezlerindeki park ihtiyaçlarına dikkat çekmek ve göreceli olarak değersiz bir tabiat parçasının bile yararlar sunabildiğini ortaya koymak için “Central Park’ın Manhattan’ın tam ortasında bulunması bir tesadüf değil” diyor ve ekliyor “Oraya bir park koymak zorundaydılar.”
Bir başka bilimsel çalışma da, Illionis Üniversitesi Peyzaj ve İnsan Sağlığı Laboratuvarı Yöneticisi Frances Kuo, Şikago’nun güneyindeki büyük bir konut projesinin kadın sakinleriyle görüşülerek yapılmış. Kuo ve meslektaşları, rastgele bir şekilde dairelere yerleştirilen kadınları karşılaştırdılar. Bazılarının manzarası gelişigüzel beton yığınları, asfalt otopark ve basketbol sahası iken, bazılarınınki ağaçlar ve çiçeklerle dolu yeşil bir bahçeydi. Kuo, ardından bu iki gruba dahil kadınların başlıca hayat zorluklarıyla nasıl mücadele ettiklerini inceleyen, çeşitli konuları kapsayan, basit bir dikkat testinden yararlanarak ölçümler yaptı. Bulduğu sonuç, yeşil bir manzaranın tüm kategorilerde önemli derecede gelişme sağlamasıydı. Ve Kuo çalışmalarının ardından şöyle diyor; “İnşa ettiğimiz dünya, hep aynı zihin bankasından yiyor ve sonra da evimize gelince bir şeylere odaklanamadığımızda şaşırıyoruz.”
Ancak, şehirdeki yoğunluk sadece odaklanma problemleri oluşturmakla kalmıyor, iradeyi de zayıflatıcı bir etkiye sahip. İlgili araştırmalar gösteriyor ki, kentin sebep olduğu zihinsel zorlanmaların artması, insanların meyve salatası yerine çikolatayı seçmesini veya sağlıksız bir abur cuburdan haz almasını daha olası hale getiriyor. Alınan gereksiz kaloriler ve kredi kartı borçları dahi, bu irade zayıflığının eseridir maalesef. Zira; kentler, Fast-food’tan giyim mağazalarına kadar tüm cezbedici unsurlarıyla bizleri beklerken, onlara karşı olan direncimizi de kırıyor. Birçok kadının stresten arınmak için, kendilerini alışveriş merkezlerine atmalarını ve limitlerini zorlayacak kadar alış-veriş yapmalarını, kentin yıprattığı iradeye bağlamak mümkün görünmekte.
Kent hayatı, duygusal kontrolün azalmasına da neden oluyor. Kuo ve meslektaşları, yeşil bir manzaraya sahip dairelerde aile içi şiddetin daha az olduğu bulgusuna ulaşmışlar. Tüm bu bilgiler göstermiş ki, kalabalık ve gürültü gibi kentsel çevrenin olumsuz uyaranları, saldırganlığı da tetikliyor. Bu uyaranlardan bitkin düşmüş bir beynin öfkeye yenik düşmesi elbette ki olağan bir durum.
Bilim insanlarının, bu tükenmeden endişe duymaya başlamalarından çok önce, filozoflar ve peyzaj mimarları doğayı modern hayata dahil etmenin yollarını arıyorlardı. Peyzaj Mimarı Frederick Law Olmsted, New York’taki Central Park ve Boston’daki Emerald Necklace gibi kent hayatının girdabından kaçmamıza olanak sağlayan enerjik kent parklarını oluşturma arayışındayken, Ralph Waldo Emerson insanlara “Doğanın temposuna ayak uydurun” tavsiyesini veriyordu.
Berman’ın çalışmasında olduğu gibi, sadece doğal bir manzaraya bakmak bile hafıza ve dikkat testlerinden yüksek puanlar alınmasını sağlayabiliyor. Kentlerde insanlar doping ilaçları ve enerji içecekleri ile zihinlerini uyanık tutmaya çalışmaktalar oysaki bu kimyasal takviyelerin zararı bir yana, hissedilir yararı, ağaçlar ile donatılmış bir alanda kısa bir yürüyüşün yapıldığındaki olumlu etkiye bile ulaşamamakta.
Dikkat eksikliğinden irade zayıflığına kadar, kent hayatı tarafından körüklenen sayısız zihinsel problem, “Neden kentler büyümeye devam ediyor?” sorusu ile ilgilenmekten ziyade, “Kentleri nasıl yaşanılabilir hale getirebiliriz?” sorusuna cevap istemekte. Zira; Her ne kadar insanın tabiatında dinginlik arzusu varsa da kentlerin vazgeçilemez bir kavram olduğu gerçeği, 21.yüzyılda kendini iyiden iyiye hissettirmekte…
Mademki, “ne yardan geçerim, ne serden” denilmekte, o halde kent olgusunu daha insani şartlara uyarlamaktan başka bir çare görünmemekte. İnsan, yaratılış fıtratı gereği toprağı ve yeşili ararken, kente adapte olmaktan ziyade, kenti kendisine uygun hale getirmeye çalışmalı. Basit bir tabir ile; çift kişilik koltuğa üç kişi oturmaya çalışmak yerine, kendi dizayn ettiği koltuğu kanepeye çevirmelidir.
İnsanoğlu, hele ki bu asırda kent olgusuna karşı gelememekte. zira; iş sahaları kısacası geçim kaynakları büyük ölçüde buradan olmakta. Bir de edinilmiş alışkanlıklar hesaba katıldığında, kentli birisine köyünde veya ormanda yaşamasını önermekte akla uygun görünmemekte. Modern yaşamın hüküm sürdüğü dünyada, kent hayatına alışmış birinin, tenhada yaşamına devam etmesi “Ağaçlardan bıktım, beni kente götürün.” demesine sebep olacaktır. O halde sonuç şöyle olmalı; kentin faydalarını korurken, psikolojik hasarını azaltıcı yolları bulmak gerek.
Dikkat edilirse; Kentin zarar verici unsurlarını sayarken, kent düşmanlığı da yapmıyoruz. Şifreyi tekrar etmekte yarar olduğunu düşünmekteyim. Buradaki parmak basılacak bamteli şudur; “Kentin faydalarını korurken, psikolojik hasarını azaltıcı yolları bulmak gerek.”
Bilimsel araştırmalar ve sunulmuş tezlerle de sabittir ki; İnsan, tabiatı ve yaratılışı gereği toprağı ve yeşili arzulamış her zaman. O halde, vazgeçemeyeceğimiz suni kentleri, insanın ihtiyaç gördüğü doğallıkla buluşturmak gerek. Kentleri yeşillendirmek gerek, kentlerde toprak kokusu gerek, kentleri tozdan, dumandan arındırmak gerek. Kentleri oluşturan mimari projelerde yeşili bolca kullanmak gerek. Kısacası, ihtiyacını iliklerimize kadar hissettiğimiz “Yeşil Mimari” ile entegre olmak gerek.
“Yeşil mimari” düşünüldüğünde akla enerji tasarruflu ve sıkıcı bir yapımı gelmekte? Aslında, hiçte öyle değil… Yeşil mimari, sadece çevreyi koruyarak, kullanıcılarının enerji giderlerini düşürmekle kalmaz şaşırtıcı derecede güzel tasarımlara yol açabilir.
Yeşil mimari, enerji tasarrufu ve çevre dostu bir yapı oluşturmak için düşük tesirli malzemelere odaklanarak meydana gelen, doğal malzemelerden yapılmış basit yapılardan, güneş panelleri gibi unsurları kullanan, teknolojik odaklı tasarımlara kadar çeşitlilik gösterebilen bir daldır. Geleneksel mimarinin aksine, yeşil bir binanın tasarımın bir parçası yapının tesirini de hesaba katar. Bu da, yalnızca binanın malzemelerinin çevresel etkisine bakmakla kalmayıp iç hava kalitesi, su ve enerji korunumu gibi unsurları da dikkate almak demektir. Aklınıza hemen, ev tasarımına yakışmayan plastik yağmur bidonları veya güneş panelleri gibi şeyler gelmesin. Biz, ne kadar geri kalsak ta, yeşil mimari çok uzun bir yol almıştır.
Bir düşünelim; Kentleri planlarken veya kenti oluşturan yapıların mimari projelerini tasarlarken, toprak ve yeşil arazi kaybını minimuma indirmek mümkün müdür? Bir başka deyişle soruyu şöyle soralım; bir yapının tesis edilmesi ile yitirdiğimiz toprak parçası ve üstündeki yeşili nasıl muhafaza edebiliriz? Bin metrekarelik bir alanda yapılan bir binanın %40’ını yeşil alan olarak bırakarak olabilir mi, dersiniz. Peki,%60’ı ne oldu? İşte… kaybettik. Ve kaybettiğimiz bu alan ile birlikte ruh dinginliğimizi de kaybettik. Psikolojimizi de bozduk. Odaklanma ve dikkat unsurlarımızı da dağıttık…
Peki; ne yapılabilir? Yani, doğrudan insan sağlığına tehdit oluşturan bu soruna, nasıl bir çözüm bulunabilir? Sorunun, bir mimar olarak cevabını araştırdım sizler için…Doğaya saygılı ve insan odaklı tasarımlar yapmayı amaç edinmiş teknik personelin, bu sorunun çözümlenmesinin insan tabiatına aykırı olmayan projeler ile mümkün olabildiğine kanaat getirdik. Bu sebeple, tarihte yaşamış mutlu kavim ve toplulukların, yaşam alanlarında ne tür mimari kullandıklarını, temelinden çatısına kadar barınaklarını oluşturan yapılarda hangi malzeme ve yapıtaşlarını kullandıklarını incelemeye çalıştık ve gördük ki; Çatıların bitkilendirilmesi anlamına gelen yeşil çatıların, tarihte bilinen ilk uygulaması Babilliler tarafından, milattan önce 7. yüzyılda yapılan Babil’in Asma Bahçelerinde kullanılmış, bugün ise, modern mimaride hem yalıtıma olan faydası, hem de iç açıcı görüntüsü sebebiyle tercih ediliyor.
Yeşil Çatılar
Yeşil çatı; “çatıları oluşturan kaplama malzemelerinin, bir rulo yardımı ile yeşile boyanmasıdır.” dersek ne kadar saçma bir tanımlamada bulunmuş oluruz, değil mi? Renkleri kullanmanın dahi önem arz ettiği mimari tasarımlarda, dikkat çekmeye çalıştığımız şey, renk skalası ile ilgili bir durum değil elbette. Öyleyse, suni değil, bitkiler ile donatılmış tabi olan yeşil çatılardır paylaşacağımız konu. Yeşil bir çatı, bir nevi çatı bahçesidir. Ha!, şu yürünebilen teraslarda kullanılan ve büyük saksılarda yetiştirilen bitkilerden mi bahsediyoruz? Tam olarak değil… Tam anlamıyla yeşil çatı derken ki kastımız; çatının her santimetrekaresinin, toprak ve güneşe dayanıklı yeşil bitkiler ile örtülmesidir. İlk bakışta çokta akla uygun görülmeyen bu tasarımın, kent hayatı yaşayan bizlere ve kentin mimari dokusuna uygun olup olmadığına bir bakalım isteriz. Yeşil çatının, faydalarını üç-dört cümlede anlatın denilse, şu ifade bile tatmin edici bir özet niteliğindedir;
“Yeşil bir çatı, evin içindeki sıcaklığı azaltabilir, dâhili havayı iyileştirir ve betonun hüküm sürdüğü kentsel yerlerde daha fazla alan açmaya yardımcı olur. Ayrıca kuşlar için yuva da sağlayabilir.” Bu doğru ise şayet, çok ta yarar sağlayacağı tartışılmaz. Zira; hem yalıtım, hem hijyen, hem sağlık ve hem de tabiatın sadece insanlara ait olmadığı gerçeği ile kuşlara yuva…Bu kadar yararları dahi, sadece tasarımcı mimarları değil, tüm insanlığı heyecanlandırmasına yetmeli diye düşünüyorum.
Basit olarak, yeşil bir çatı bir nevi “çatı bahçesidir” demiştik. Yeşil bir çatı oluşturmak için, su yalıtım malzemeleri, toprak bir katman ve bitkiler döşenir. Bitkilerin ve toprağın ağırlığının çatı için desteği arttırmayı gerektirdiği için, yeşil bir çatı planını yapıp inşa etmenin için en iyi yolu, yeşil çatı konusunda mimar ve inşaat mühendisinin koordineli çalışmasıdır. Bunun yanı sıra, bir peyzaj mimarının yardımı ile, az bakım isteyen bitkilerin seçimi de başarılı bir çatı için gereklidir. Bitkiler yalıtım, yağmur suyunu süzme ve toprak kaybıyla savaş konularında yardımcı olur.
Yeşil çatılar, yosun, etli yapraklar hatta ot ve bitkilerin karışımından ibaret olabilir. Kapsamlı ve yoğun olmak üzere iki tip yeşil çatı vardır. Daha az bakım gerektiren ve daha toprak kullanan kapsamlı bir yeşil çatının maliyeti de yoğun tip çatıdan daha düşüktür. Yoğun çatıların maliyetinin yüksek olması ve daha az eğimli yüzeye gereksinim duymalarından ötürü onları ticari yapılarda daha yaygındır.
Maliyet-fayda ilişkisi ile ilgili, Çatı Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Atilla Gürses, Türkiye’de 100 bin metrekareye yakın yeşil çatı uygulaması gerçekleştirildiğini, günümüze kadar Amerika’dan Avustralya’ya, Avrupa’dan Uzak Doğu’ya kadar birçok ülkede milyonlarca metrekare yeşil çatı uygulaması yapıldığını söylüyor. Ve buna rağmen, dünyadaki yıllık 9,4 milyar metrekare çatı uygulamasının içinde, yeşil çatı uygulamalarının oranının oldukça az olduğunu ifade ediyor.
Oysaki; maliyet kısmının, günümüzde yaygın kullanılan çatı konstrüksiyonlarına oranla daha da ekonomik olmasını bir tarafa bırakalım, yeşil çatıların öncelikle, kentlerdeki doğal ortam eksikliğini gidermesi açısından tercih edilmeli değil midir? Yeşil çatılar, dekoratif açıdan, bitki kaplı alanlar daha iç açıcı bir görüntü sergilerken, binaların etrafındaki hava daha temiz bir hale gelmekte, havada bulunan toz parçacıklarının filtre edilmesini sağlayarak, çevredeki toz miktarını azaltmaktadır. Bununla beraber yeşil çatılardaki bitkilerin nefes alma özellikleri, oksijen miktarının artmasını ve havanın temizlenmesini sağlamakta, bu da çevrenin iklim özelliklerinin değişmesi anlamına gelmektedir ki, bu da, daha çok yağış alan, yazları daha serin kalan yaşanabilir ortamlar oluşturmaktadır. Yeşil çatıların yaygınlaşarak, toplam çatı alanının yüzde 30’una ulaşması durumunda, özellikle sıcak mevsim şartlarında çevre ısısının 3-4 derece azalması sağlanabileceği tahmin edilmektedir.
Yeşil çatılar, yalıtım açısından da faydalı. Çevre gürültüsünün azalmasını sağlayan çatılar, diğer malzemelerle kaplanmış çatılardan 3 desibel daha düşük ses yansıtıyorlar. Ayrıca seçilen sisteme bağlı olarak, çatıların ısı yalıtım kapasitesini yüzde 50’ye kadar da artırabiliyor. Tüm bunların yanında çatıdaki su yalıtım malzemelerinin mekanik etkilerden, aşırı ısı farklarından ve ultraviyoleden etkilenmesini de önlüyor ve su yalıtımının ömrünü uzatıyor. Aynı zamanda yeşil çatı uygulaması yapılan binalarda atık su miktarı da azalıyor; seçilen sisteme bağlı olarak, çatıdan atılması gereken su miktarında yüzde 90’a kadar tasarruf edilebiliyor.
Yeşil çatıların oluşturulmasında, intensif (yoğun) ve ekstensif (seyrek) olmak üzere iki değişik yöntem kullanılmaktadır. İntensif yeşillendirme sisteminin kalınlığı 16 santimetre ile 30 santimetre arasında ve çatı üzerinde ağaç dahil her türlü bitki yetiştirilebilmekte ve bu sistem çatıya metrekare başına 300-400 kilo civarında yük vereceğinden, binanın statik sisteminin bu yüke dayanacak şekilde oluşturulması gerekmektedir. İntensif bakım, kullanılan bitkinin gerektirdiği şekilde yapılıyor. Yani, sulama ihtiyacı ve gübreleme dikkate alınıyor. Büyük projelerin genellikle kendi peyzajcıları oluyor. Bitki seçimini ve bakımın nasıl yapılacağı konusunu onlar planlıyor. Kendi bahçıvanları, yeşil çatılarının sürekli bakımını yapıyor.
Ekstensif yeşillendirme sisteminde az veya hiç bakım gerektirmeyen “sedum” tipi bitkiler kullanılıyor. Bu sistem de çatıya metrekare başına 100 kilodan az yük veriyor. Bu nedenle sistem, daha önce herhangi bir malzeme kaplanmış, düz veya eğimli çatılarda kullanılıyor. Ekstensif olarak yeşillendirilen çatılar, iklim şartlarına bağlı olarak yılda en çok bir veya iki kez bakım gerektiriyor. Ekstensif sistemin kalınlığı da 9-14 santim arasında. Apartmanlarda ekstentif yeşillendirme tercih edilmesi halinde, bakımı apartman sakinleri pekala yapabilir.
Ya, şimdi çatımız börtü, böcek yuvası olursa, karıncalar basarsa diye düşünebiliriz. Sanılanın ve korkulanın aksine, böcek ve karıncaları da çekmiyor yeşil çatılar. “Karıncalar ve birçok böcek türü yuvalarını toprağın 3-6 metre altında yaptıklarından, yeşil çatılara yuvalanmaları söz konusu olamaz. Yani, bu konuda endişelenecek bir durum söz konusu değildir. Son yıllarda birçok yanlış uygulama yapıldığı ve hatta bunların bazı mesleki dergilerde en uygun çözüm olarak sunulduğunu görmekteyiz. Hatalı yeşil çatı uygulamalarında problem bazen birkaç ayda, bazen de 1-2 senede ortaya çıkabilir. Bu nedenle sistemi uygulatırken, mutlaka sertifikalı malzemeler kullanılmasına dikkat etmeli ve garanti istenmelidir. Ayrıca, seçilen firmanın deneyiminin araştırılması ve ana firmanın desteğinin kapsamının bilinmesinde de fayda vardır. İster mevcut çatıları yeşil çatıya dönüştürecek olalım, isterse yeni yapılacak olan çatı tasarımını yeşil çatı olarak tasarlayalım, geleneksel çatı mimarisine göre başa baş maliyette olan bu ekolojik tasarımı, mimari projelere mutlaka tatbik etmek gerekir.
Yeşil çatı sistemlerinin maliyeti, kök tutucu örtü dahil ve bitki hariç olmak üzere, metrekare başına 25 avrodan başlıyor. Seçilen sisteme, çatı eğimine ve bitki türüne bağlı olarak maliyet biraz daha artabilir elbette…
Hızlı ve bilinçsiz gelişen kentleşme sonucu azalan yeşil alanların ve buna bağlı gelişen hava kirliliğinin insanlar üzerinde yarattığı fiziksel ve psikolojik etkileri azaltmak için, yitirilmiş bitki alanlarının kendilerini yok eden yapıların üzerinde yeniden elde edilmesi, yani çatıların yeşillendirilmesi gerekmektedir.
Yeşil çatıların insan psikolojisi ve fiziki yapısına sağladığı olumlu katkıların yanı sıra, şu diğer faydaları da kayda değerdir doğrusu;
Yeşil çatı tasarımında seçilen sistemin özelliklerine göre çatıdan atılması gereken su miktarından % 90’a kadar tasarruf etmek mümkündür. Bu suretle, yapıda veya şehir şebekesinde kullanılan atık su boruları daha az yüklenir. Aynı çapta boru ile daha çok birime hizmet verilebilir veya daha küçük boru çapları kullanılarak malzemeden tasarruf sağlanır. Yeşil çatılar, atmosferde bulunan toz partiküllerinin filtre edilmesine yardımcı olur. Nitratlar gibi havada veya yağmur sularında mevcut olan ve çevreye zarar veren maddeler emilerek toprağa iletilir. Yeşilliklerle kaplanan yüzeylerin yansıttıkları ses miktarı, diğer çatı yüzeylerine göre 3 desibel daha düşüktür. Ayrıca çatıdan yapı içine intikal eden gürültü de 8 desibele kadar azaltılabilir. Bu husus, hava limanları, otoyollar gibi gürültülü bölgelerin yakınında bulunan yapılar için önemli avantaj sağlar. Çakıl kaplı teras çatıların yerine, bitki alanlarıyla kombine edilmiş yaşanabilir dış mekanlar elde edilebilir. Şehir merkezleri gibi doğal ortamların yok veya çok kısıtlı olduğu çevreler için çatılar, bahçe fonksiyonu görebilecek tek yapı bölümüdür.
Bitkilerin nefes alma özellikleri oksijen miktarının artmasına neden olur. İnşaat ve trafik yoğunluğu yüksek şehir bölgelerindeki çatıların yeşillendirilmesiyle, hava temizliği sağlanır. Daha çok yağış alan, yazları daha serin kalan yaşanabilir çevreler meydana gelir. Yeşil çatılar ısı yalıtırlar. Polistiren köpüğü ile takviye edilmiş bazı yeşil çatı tipleriyle, çatının ısı yalıtım kapasitesinde % 50’ye varan artışlar sağlamak bile mümkündür. Daha iyi ısı yalıtımı ise ısıtma ve soğutma enerjilerinden tasarruf demektir. Yeşil çatı sistemi, kışın dondurucu soğukların yapıya etkimesine engel olur, yazın yapı kabuğunun ısınmasını önler. Bu suretle su yalıtım malzemeleri hem aşırı ısı farklarından, hem de zararlı ultraviyole ışınlarından ve mekanik darbelerden daha iyi korunur, daha uzun süre görev yapabilirler. Ortak yeşil alanların yetersiz olduğu günümüzün kentlerinde açıkça hissedilen doğal ortam eksikliği, çatıların yeşillendirilmesiyle önemli ölçüde giderilebilir.
Mimar ve mühendisler olarak görüş birliği yapabileceğimiz sonuç şu olmalıdır; yeşil alanlı çatılar, estetik olarak memnun edicilerdir. Çatılarda ısı etkisini azaltırlar, karbondioksit etkisini azaltırlar, hava kirliliğini azaltırlar, ısıtma ve soğutma yüklerini azaltırlar, çatı ömrünü uzatırlar, ses yansımasını ve transmisyonu azaltırlar, yağış taşmalarını azaltırlar, yağmur suyu taşmalarında nitrojen kirliliğini gidermede yardım ederler.
Ve bu veya buna benzer yararlarından dolayı son sözümüz; Mevcut kentlere yapılabilecek en olumlu katkının, yapıların baştacı konumundaki çatılarına, tabiatın güzelliklerini sermemiz ve kentlere çiçek açtırmamız gerekir.